Sayın Adnan Oktar'ın 25 Kasım 2010 tarihli röportajından En'am Suresi ile ilgili açıklamalar.
ADNAN OKTAR: Enam Suresi. Şeytandan Allah’a sığınırım, 74. ayet. Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: “Sen putları ilahlar mı ediniyorsun?” o zaman Azer, babası Darwinist ve materyalist. O zamanın sapkın dinini savunuyor. “Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum. Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için”, bak, kesin bilgiyle. Yani net, doyurucu, delillere dayalı, aklının kabul ettiği, kalbinin tasdik ettiği ilmel yakin bilgiye sahip olması için, “göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk”, iman hakikatlerini. Göklerin iman hakikatlerine, ne ile bakıyoruz? Biz şimdi teleskopla bakıyoruz, değil mi? Uzaydaki, gökyüzündeki matematik denge ve mükemmellik bizim Allah’a olan imanımızı arttırıyor. “Ve yerin melekûtunu gösteriyorduk”, fosilleri inceliyoruz, değil mi? Biyo-genetik, efendim kimyadaki gelişmeler, fizikteki gelişmeler, atomun yapısı ve bütün bilimde olan, imani her türlü konu bizim imanımızı artırıyor. Cenab-ı Allah; “göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk” diyor. Yani iman hakikatlerinin önemine dikkat çekiyor. Hz. İbrahim (a.s.) döneminde de Hz. İbrahim (a.s.) ne yapmış? İman hakikatlerinin üstünde durmuş. Allah’ın sanatını incelemiş, Allah’ın delillerini bakmış. Allah’ın sanatını incelemek, delillerini kitap haline getirmek, CD’lerle televizyonlarda yayınlamak da Ahir zamanda Müslümanların görevidir, değil mi? Dolayısıyla Mehdiyetin de görevidir.
“Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: ‘Bu benim Rabbimdir’. Fakat (yıldız) kaybolunca: ‘Ben kaybolup-gidenleri sevmem’”, yani o inançla alay etmiş oluyor, Hz. İbrahim (a.s.). Çünkü yıldıza tapanlar var. Kaybolup gidiyor. Adam ona; “ilah” diyor, değil mi? Biz de ne yapıyoruz? Delil kullanıyoruz. O devirde de Hz. İbrahim (a.s.) delil kullanıyor. “Bak kayboluyor. Kaybolduğu için o ilah olamaz” diyor. “Ardından Ay'ı, (etrafa aydınlık saçarak) doğar görünce: ‘Bu benim Rabbim’ demiş, fakat o da kaybolunca: ‘Andolsun’ demişti. ‘Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum”, yani “onun da ilah olmayacağını gördüm” diyor. “Sonra Güneş’i (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: ‘İşte bu benim Rabbim, bu en büyük’ demişti. Ama o da kaybolunca, kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım’”, yani “bunların hepsi uydurmadır” diyor, Hz. İbrahim (a.s.). “Bunların hiçbiri ilah olamaz” diyor. “Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak”, yani tevhit inancında olarak tek Allah’a inanan kişi olarak. “Yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim (her yeri yaratan Allah’a çevirdim) ve ben müşriklerden değilim”. Şirke cevap veriyor. Yani bütün uydurma ve hurafelerin geçersizliğini söylüyor. Ama o devirdeki insanlar tabii cahiller onların anlayacağı dilden cevap veriyor, Hz. İbrahim (a.s.).
“Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: ‘O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz?’”, yani “Allah’ın varlığına birliğine inanıyorum ben. Sizin şirk inancınıza putperest inancınıza inanmıyorum” diyor. “Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır”, yani bütün ilim Allah’a aittir. Dünyada ki bütün bilim dallarını yaratan Allah’tır ve her türlü ilim Allah’a aittir. “Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?” diyor. “Hem siz, O’nun haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmazken”, yani her türlü hurafe değil mi? Şu anki yobazların yaptığı nedir? Hurafe. Veyahut “bana vahiy indi” diyor, adam değil mi? Bak ne diyor Cenab-ı Allah; “O’nun haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmazken”, “Allah’a ortak koşuyorsunuz, şirk koşuyorsunuz” diyor. Allah böyle bir şey demediği halde hurafe çıkarıyorsunuz, Allah böyle bir şey demediği halde bana vahiy geldi diyor, değil mi? Bunlara işaret ediyor. “Ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım?” “Niye çekineyim, şirk olarak inandıklarınızdan, niye çekineyim?” diyor.
“Şu halde 'güvenlik içinde olmak bakımından' iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz. İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar”, iman etiğinde, Kuran’a iman ettiğinde; Kuran’ın yeterliliğine inanması lazım. Kuran’a hurafe eklediğinde bana vahiy geliyor diye, gidip sapıklara, manyak adamlara uyarsa bir insan. İmanlarını zulümle karıştırırlar, değil mi “imanlarını zulümle karıştırmayanlar” diyor, Cenab-ı Allah. “İşte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir”, güvenlik her türlü güvenlik, “rahat içinde olurlar” diyor, Allah. “Ve onlar hidayete ermişlerdir”. Hidayet neymiş? Kuran’a tam uymak, Allah’ın kitabına tam uymak, ilave getirmemek, hurafe getirmemek. “Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir”, bak “biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz”. Allah derecelerle yükseltir. Kimini Peygamber yapar, kimini Mehdi (a.s.) yapar, değil mi? Kimini veli yapar. Ebcedi 2003 tarihini veriyor. Bak; “Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz”. 2003.
ALTUĞ BERKER: Hz. İsa (a.s.) ile ilgili de zikrediyordunuz bu yılı, inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Evet MaşaAllah. “İsmail'i, Elyasa'yı, Yunus'u ve Lut'u da (hidayete eriştirdik). Onların hepsini alemlere üstün kıldık. Babalarından, soylarından ve kardeşlerinden, kimini (bunlara kattık); onları da seçtik ve dosdoğru yola yöneltip-ilettik”. Peygamberimiz (s.a.v.) hangi soydandı? Hz. İbrahim (a.s.) soyundandı İbrani soyu. Mehdi (a.s.) hangi soydandı? Peygamberimiz (s.a.v.) soyu İbrani soyundandır. Beni-i İsrail görünümlü olmasının nedeni de odur. İbrani soyundan geldiğindendir. “Bu, Allah'ın hidayetidir” diyor, Cenab-ı Allah. “Kullarından dilediğini bununla hidayete erdirir”, bak “bu Allah’ın hidayetidir”. Asrımıza göre, zamanımıza göre bakar tefsir eder açıklarsak. “Bu Allah’ın Mehdi (a.s.)’sidir. Kullarından dilediğini onunla (Mehdi (a.s.) ile hidayete erdirir”. Bakın “ bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini bununla hidayete erdirir”. Asrımıza göre yorumladığımızda bu Allah’ın Mehdi (a.s.)’sidir. Kullarından dilediğini bununla (Mehdi (a.s.)) ile hidayete erdirir (vesile olur Mehdi (a.s.))”. Ebceti 2024 veriyor. İslam’ın dünya hakimiyetinin tarihini veriyor. “İşte Allah'ın hidayet verdikleri bunlardır; öyleyse sen de onların bu hidayetlerine uy. De ki: ‘Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur'an), alemlere bir öğüt ve hatırlatmadan başkası değildir’”, Allah sadece Kuran’a dikkat çekiyor başka hiçbir şeye değil, İnşaAllah.
Enam Suresi devam ediyor 91. ayet. “Onlar: ‘Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir’ demekle. Allah'ın kadrinin hakkını vererek takdir edemediler”, bakın “Allah’ın kadrini hakkını vererek takdir edemediler”, yani “Allah’ın büyüklüğünü anlayamadılar” diyor. İnsanlar da en büyük sorun budur. Allah’ın büyüklüğünü kavrayamıyorlar. Mesela Samanyolu Galaksisi içinde düşünüyor. Veyahut bu evren içerisinde düşünüyor dar alanda, dar gücü var zannediyor, Allah’ın haşa. Cenab-ı Allah ne diyor; “Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: ‘Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi?’”, yani “Tevrat’ı kim indirdi?” diyor, Cenab-ı Allah. Bak Tevrat’ı da övüyor “Hz. Musa (a.s.)'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği”, Tevrat neymiş? Nur ve hidayet insanların hidayetine vesile olan bir kitap. “Ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi?”, bak “bir kısmını açıkladınız”, bir kısmının doğru olduğunu söylüyor, Allah. Tevrat’ın bir kısmı doğrudur. Tahrif olmamıştır. “Çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi?”, çoğunu da görmezlikten geliyor veyahut gizlemiş. Kapatmış. Demek ki; Tevrat’ın tamamı yanlış değil. Doğru olan kısımları da var yanlış olan kısımları da var. Doğru olan kısmını Kuran’dan anlıyoruz, Kuran’a uygun olup olmamasından anlıyoruz. “Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir. De ki: ‘Allah.’ Sonra onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp-dursunlar”. Burada bir cümle eksikliği var gibi gözüküyor baskıda onu düzeltsinler.
Enam Suresi 91’de, Ali Bulaç Hocamla bir görüşün. Enam Suresi 99; “O, gökten su indirendir. Bununla her şeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz”. Taneler hakikaten çok şaşırtıcıdır. Bitki tohumları apayrı bir alemdir. Acayip güzel görünümdeler. Mesela börülceyi açarsın sıralanmış, küçük küçük paketler halinde düzgündür. Mesela fasulyeyi aç hepsi çok düzgün tertemiz, gıcır gıcır, pırıl pırıl intizamlı ve paketlenmiş ve kapatılmıştır. Barbunya da olsun bezelyede hepsinde efendi bir düzgünlük, kibar, temiz bir düzgünlük çok açık görülür. Pırıl pırıl ve çok kaliteli bir güzelliğe sahiptir.”Bir yeşillik çıkardık. Ondan birbiri üzerinde taneler türetiyoruz”, aynı şekilde mısırda da var, buğdayda da var. “Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz)”. Hurma ağacı mesela bir hevengin de; 10 kilo 15 kilo hurma oluyor. Bal gibi tatlı böyle. İnsanın artık ağzı uyuşuyor tatlılığın şiddetinden, değil mi? Fazla da yiyemiyor insan acayip tatlı. Bak birbirine benzeyen ve benzemeyen üzümlerden. Hakikaten alıyoruz bak siyah üzüm var, pembe üzüm var, yeşili var, sarısı var, değil mi? Ve bal gibi de tatlı, acayip lezzetliler. Dalına bakıyoruz, kupkuru takır takır kuru böyle. Yere çamurun içine girmiş bir tahta kablo. Odundan bir kablo var. O odundan kablonun ucuna bir bakıyoruz bal gibi bir buçuk kiloluk, bir kiloluk, yarım kiloluk üzüm salkımları. Nefis kokulu, bal gibi tatlı yemesi hoş değil mi? Mesela İzmir üzümü var, çok acayip güzel.
“Birbirine benzeyen ve benzemeyen üzümlerden, zeytinlerden ve nardan bahçeler kılıyoruz. Meyvesine ürün verdiğinde olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin” diyor Allah. Bakın bütün meyvelere bakın. Bu Allah’ın emri. Bilinmiyor bu işte. Bak Allah; “meyvelere bakın” diyor. Bu emir, Muhkem ayettir. “Meyvelere bakın tefekkür edin” diyor, Allah. Nara bakın, elmaya bakın, üzüme bakın, bütün meyvelere bakın, kiraza bakın orada ki onların tadına, kalitesine, kokusuna bakın, kıvamına bakın, görünüşündeki renk zenginliğine bakın ve toprağa birer tahta saplanmış. Hepsi tahtanın ucundan sarkıyor aşağı. Çamurlu toprak çamurlu bir toprağa tahta saplanmış. Tahtanın ucundan üzümler, muzlar, kirazlar. Efendim portakallar, mandalinalar, kavunlar, karpuzlar yerden fışkırıyor. Hal gibi böyle, sanki İstanbul hali gibi. Bedava toprak Cenab-ı Allah habire topraktan meyve fışkırtıyor. Geceli gündüzlü yesin kulları diye. Birbirinden güzel. Bunu kara toprak bilmez, odun hiç bilmez. Peki bakıyoruz kimsenin yapamayacağı tahayyül dahi edilemeyeceği, yapılmasına tahammül bile edilemeyeceği mükemmel meyveler. “Bunlara bakın” diyor, Allah. “Ve şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır”, “eğer iman etmek istiyorsanız, imanı kavramak için bunda ayetler vardır” diyor, Allah. “Deliller vardır bakın” diyor. Cübbeli ne diyor? “Aman fazla düşünmeye gerek yok. Koca karı imanı yapacaksınız” diyor. Oda ne demekse. Yani çok ağır bir söz hanımlar için koca-karı. Yaşlı bayan olur yaşlı hanım olur, değil mi? Yani “fazla düşünmeyin. Kafanızın sigortası atar” diyor. “Allah’ ta düşünün” diyor. Düşünmezse işte böyle adamlar Cübbeli gibi adamlar oluyor. Düşünmeyen adamları da, Fatih Altaylı gibi düşünmeyen adamlar bağırına basıyorlar. Ve düşünmeyen adamlardan oluşan bir ekip oluşuyor. Az düşünen veyahut.
“Gökleri ve yeri bir örnek model edinmeksizin yaratandır”. Mesela insan çok mükemmel yaratılmış. Adamlar ne diyor; “çamurlar bir gün, çamurlu su atomlar kendi aralarında demişler ki; ya şöyle mükemmel (böyle mankenlere falan şöyle güzel insanlar var bir düşünün). Böyle bir modelde bir insan yapalım bunun gözleri olsun görsün, burnu olsun koklasın, kulakları olsun duysun, ağzı olsun tatsın, beyni olsun düşünsün, şarkı söylesin, şehirler yapsın, planlar yapsın”. Nasıl yapacağız diyor atomlar? Ya niye yapmayalım, tesadüfle yaparız” diyorlar. “Çamurlu sudan niye olmasın” diyorlar. Bak işte orda fosfor var, orda da magnesium var, oksijen var. “Ey azot buraya gel” diyor, oksijen, geliyor. “Ey işte falanca atom sende buraya gel” diyor. Bir araya geliyorlar geliyorlar geliyorlar önce bir aminoasit meydana getiriyorlar. “Ya bu aminoasitler bir işe yaramaz. Ne yapalım? Bunu bir protein haline getirelim. İnsan çünkü proteinden oluşuyor. İnsandan oluşması için bir proteine ihtiyaç var. Önce bir protein yapalım, tesadüfler sonucu” diyor. Aminoasitlerde bir araya geliyorlar ve proteinleri meydana getiriyorlar. Proteinlerde diyorlar ki; “ya burada böyle helak oluyoruz yazık bize. Kimimiz Kastamonu da, kimimiz Konya da”. “O proteinleri de çağırın” diyorlar. Hepsi geliyorlar. Bir kısmı diyor ki; “biz sağ elliyiz”. Bir kısmımızda “sol elliyiz” diyor. “Olmadı o zaman. Tek bizim dediğimiz gibi olacak” diyorlar. Sonra proteinler bir araya geliyorlar.
“Ya biz toz olduk. Protein tozu olduk bir şeye yaramayız bi” diyorlar. “Olur mu canım yaparız bir şeyler. Bir hücre yapalım hemen” diyorlar. Hücre yapıyorlar. “Ya bir Hücreden bir şey olmaz buna bir ilave daha yapalım iki tane oluyor, dört oluyor, sekiz oluyor. Ya bunu yaptık bir genişletelim şöyle. Buna el ayakta takalım falan şöyle bir genişlesin falan”. Sonunda bir göz yapıyor iki tane. Bir de burun yapıyor, kulaklar yapıyor. Burun yapıyor ama koklamıyor. “Ne yapacağız buna?” diyor. “Buna ruh gerekiyor. Göz var, beyine elektriği götürüyor ama gören yok. Ne yapacağız?” diyor. “Beyine görüntüyü götürüyor, makinayı kurduk sistemi kurdukta gören yok” diyor. “Eyvah, en önemli kısım işte. Şimdi biz bunu yapamayacağız” diyor. “Ne yapalım? O zaman Ruh yapalım. Ruh meydana getirelim” diyor. Yani “gözü olmadan gören bir ruha ihtiyaç var” diyor, atomlar tesadüf sonucu. Gözü görmeyen atomlar, kör atomlar. Gözsüz gören bir ruh yapıyorlar ve beynin içindeki elektriği simsiyah beynin içindeki oluşan amperi çok düşük zayıf elektriği, pırıl pırıl şu an da gördüğünüz aydınlık şeklinde gören, üç boyutlu ve derinlikle gören, görüntüyü görecek bir gözsüz ruh yapıyorlar. Gözü olmayan gören bir ruh ve o ruhu da onun karşısına getiriyorlar tam ilgili yere o görmeye başlıyor.
“Ya görmesi yetmedi. Ne yapacağız? Bu sessiz bir görüntü olmaz. Buna bir ses ilave edelim. Böyle üç boyutlu bir ses olsun. Derinlikli stereo en gelişmiş stereo sisteminden daha kaliteli olsun. Yani bu son teknolojiden elde edilemeyen bir ses elde edelim. Ama bu sesi elde edeceğiz ama bu sesi dinleyecek biri de yok. Ne yapacağız? Kulaksız bir ruh bunu dinlemesi gerekir. Onuda yaparız tesadüfen” diyorlar, atomlar. Kulaksızda bir ruh yapıyorlar. Oda onu dinliyor. “Ama bir de elinden ayağından hisler oluşturmak lazım. Bak beyine kadar götürdük. Beyin anlamıyor, şimdi beyine götürdük. Bunu duyacak bir ruh gerekiyor yani o dokunma hissi de gerekiyor” diyorlar. Atomlar tesadüfler sonucu bir de ruhun o yönünü yapıyorlar dokunma hissi de oluşturuyorlar. “Yaptık mı tat da yapalım” diyorlar. Tattı da yapıyorlar. “Koku olsun. Böyle gül koklasın, menekşe koklasın. Onuda yapalım” diyorlar. “Burunsuz mu koklayacak?” diyorlar. “Evet burunsuz ruh. Burunsuz olarak koklayacak. Bir ruh yapalım ki. Burunsuz o kokuyu beyinden giden o elektrik akımını koku olarak alsın” diyorlar ve tesadüfler sonucu Darwin dedelerinin dediği, decallin dediği dine uygun olarak insanın yaratılışını böylece açıklıyorlar. Dünyanın %99’unu, bu dünyanın en kepaze en mantıksız, en münasebetsiz dinine inandırıyorlar ve şu an dünyanın % 99’u bu dine inanıyor. Deccal’in dinine inanıyor.
Sayın Adnan Oktar'ın 20 Şubat 2013 tarihli sohbetinden Enam Suresi ile ilgili açıklamalar.
ADNAN OKTAR: Bismillah. Şeytandan Allah’a sığınırım. Enam Suresi 80- “Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi.” Hep insanlar tartışmacıdır. Bu devirde de tartışmacılar mesela. Facebook’a girin, başka yere girin bakın, hep tartışmacıdır. “Dedi ki: “O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz?” Şimdi Darwinistlerin, materyalistlerin yaptığı da o. Allah konusunda tartışma meydana getirmeye çalışıyorlar. Ama bilim, akıl, gerçek, vicdan, doğru olan neyse o olur. Ve hakim de oluyor şu an, inşaAllah.
Enam Suresi, 75- “Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için” kesin bilgi ilim, ilmel yakîn, ilimle inanmak, “göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.” Yani göklerdeki ve yerdeki Allah’ın varlığının delillerini. İman hakikatlerini gösteriyorduk diyor Cenab-ı Allah. Niçin? “Kesin bilgiyle inananlardan olması için.” Ne yapıyor Cenab-ı Allah? Göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyor. Yani o sanat, o derinlik, o detaylar, o bilimsel yöntemlerle elde edilen, görülen muhteşem nizam. Akılla görülen muhteşem nizam.
Enam Suresi, 82- “İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.” Allah onları güvenlik içinde yaşatıyor bakın Allah’ın verdiği kati güvence. Ne yapacaklar? İmanlarını zulümle karıştırmayacaklar, iman edecekler. “İşte güvenlik onlar içindir” diyor Allah.
Sayın Adnan Oktar'ın 10 Mayıs 2010 tarihli röportajından En'am Suresi ile ilgili açıklamalar.
ADNAN OKTAR: En’am Suresi,şeytandan Allah’a sığınırım. “İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.” Zulümle imanı karıştırmayacak, zulümden kaçınacak. Şeytandan Allah’a sığınıyorum.”Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz.” Yani istediğim kişiyi diyor Cenab-ı Allah manen yükseltirim. Peygamber yaparım, veli yaparım, Mehdi (a.s.) konumuna getiririm. Yahut Hızır (a.s.) haline getiririm. “Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. Ve ona İshak'ı ve Yakub'u armağan ettik, hepsini hidayete eriştirdik; bundan önce de Nuh'u”, dedim şimdi bak Nuh (a.s.) çıkacak dedim Allah-u alem, kafamdan geçti, çıktı yani, keşke söyleseydim. Konuyla ilgili olduğu için o çıkar dedim.
OKTAR BABUNA: Ben de Hz. Nuh (a.s.)’un filmini hazırlamıştım Hocam, ilk başladığınız ayette Nuh (a.s.)’un adı geçmişti, bu programa, iki saat önce ilk başladığınızda. MaşaAllah.
ADNAN OKTAR: “Nuh’u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete ulaştırdık. Biz, iyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz.” Mehdi (a.s.) de biliyorsunuz Nuh (a.s.)’un soyundandır. “Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da (hidayete eriştirdik.) Onların hepsi salihlerdendir. İsmail'i, Elyasa'yı, Yunus'u ve Lut'u da (hidayete eriştirdik). Onların hepsini alemlere üstün kıldık. Babalarından, soylarından ve kardeşlerinden, kimini (bunlara kattık); onları da seçtik ve dosdoğru yola yöneltip-ilettik. Bu, Allah'ın hidayetidir”, Allah Hadi ismi ile tecelli ediyor, “hidayetidir. Kullarından dilediğini bununla hidayete erdirir. Onlar da şirk koşsalardı, elbette bütün yapıp-ettikleri 'onlar adına' boşa çıkmış olurdu.” Şirk olduğunda her şey boşa çıkar diyor Allah.
OKTAR BABUNA: Allah saklasın.
ADNAN OKTAR: Tabii, Allah vermesin. “Bunlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiklerimizdir. Eğer bunları tanımayıp-küfre sapıyorlarsa, andolsun, Biz buna (karşı) inkara sapmayan bir topluluğu vekil kılmışızdır.” “İnkara sapmayan bir topluluğu vekil kılmışızdır.” Belki de Mehdi (a.s.)’ye bakıyor, Mehdi (a.s.) topluluğuna bakıyor, cemaatine bakıyor ayet. “İşte Allah'ın hidayet verdikleri bunlardır”, Allah’ın Hadi ismiyle tecelli ettiği bunlardır, “öyleyse sen de onların bu hidayetlerine uy”, Mehdi (a.s.)’ye uy, Mehdi (a.s.)’nin izahlarına, Kuran’a uy anlamına da gelir, ona da işaret eder. “De ki: “Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur'an), alemlere bir 'öğüt ve hatırlatmadan' başkası değildir.” Ücret istememek çok önemlidir. İnsanlar maddi bir karşılık olduğunda çok sarsılırlar. Bu sevgide de, dostlukta da öyledir. Yani maddi çıkar devreye girdiğinde buz gibi bir hava eser. Sevgi sarsılır. İmani konularda da. Yani bir çıkar mevzubahisse manaya muazzam zarar verir, yani etki gücü çok çok azalır veyahut bazen de tamamen yok olmaya doğru gidebilir Allah esirgesin.
Sayın Adnan Oktar'ın 12 Mart 2010 tarihli röportajından En'am Suresi ile ilgili açıklamalar.
ADNAN OKTAR: Şeytandan Allah’a sığınırım: “İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete erdirmişlerdir”. Bak iman edecek imanına zulüm karıştırmayacak. “İşte güvenlik onlar içindir”. Demek ki güvenlik çok önemli, demin konuşmuştuk güvenlik konusunu değil mi? Güvenlik. “Güvenlik onlar içindir, onlar hidayete ermişlerdir”.
Sayın Adnan Oktar'ın 3 Temmuz 2010 tarihli röportajından En'am Suresi ile ilgili açıklamalar.
ADNAN OKTAR: Evet. Ne diyor Cenab-ı Allah? Şeytandan Allah’a sığınıyorum. “İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar,” yani her konuda samimi olacak, candan olacak. Zulüm olur aksi. “İşte güvenlik onlar içindir” Allah, “onlara güvenlik sağlayacağım” diyor. Bu bir mucizedir aslında. Kuran mucizesidir. Mesela bak Peygamberimiz (s.a.v.)’e hiçbir şey yapamamışlardır. “güvenlik onlar içindir” diyor “ve onlar hidayete ermişlerdir.” Hayatının her safhasında korunup kollanırlar. Yani hiç acı çekmezler. Zorlukla karşılaşmazlar. Bu çok önemlidir, inşaAllah. Hayır, zorlukla karşılaşır, acıyla karşılaşır. Fakat acıyı hissetmez, zorluğu hissetmez. Bu çok hayret verici bir şeydir. Mesela karşılaşıyor, büyük bir tehlikeyle karşılaşıyor ama korkmuyor. Büyük bir acıyla karşılaşıyor ama acıyı hissetmiyor. Bir mucizedir bu, inşaAllah.
Sayın Adnan Oktar'ın 8 Şubat 2015 tarihli sohbetinden Enam Suresi ile ilgili ayet açıklamaları.
ADNAN OKTAR: Ya Allah Bismillah. Enam Suresi 82. ayet. Şeytandan Allah’a sığınırım: “İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.” [En'am Suresi, 82]
Hidayete nasıl eriyor diye adam merak ediyor. Mesela namaz kılıyor ama zulme devam ediyor, ahlaksızlığa devam ediyor, acımasızca. Bir daha yapıyor, bir daha yapıyor, istidatlı yani küfür istidatlı. Hidayete ermişlerin açıklamasına uymuyor. Hidayette bu olmaz. Tekrar tekrar psikopatlık yapamaz Müslüman, anormal hareketler yapamaz. Bak, iman ediyor ve imanını zulümle karıştırmıyor, zulme yeltenmiyor, zalimlik yapmıyor. Müslümanları mesela rahatsız edecek, onları üzecek, yoracak tavırlar veyahut Müslümanları korkutmaya çalışan tavırlar veyahut Müslümanların aleyhine casusluk yapmak, oyun oynamak, Müslüman’a tuzak kurmak bunu Kuran zalimlik olarak belirtiyor. Bu zalimlikle karıştırmayacak, yani namaz kılması kurtarmaz, zalimlik yapmayacak. “İşte güvenlik onlar içindir” diyor Allah. En çok insanın ihtiyacı olan şey. Cennete gittiğinde, insanlar nasıl eğleneceğini değil de, ilk önce dünyadayken nasıl huzur içinde olacağını düşünür. Hiçbir olay yok, güvenlik içinde. Ayet onun için hemen güvenliğe dikkat çekmiş.
Bak diyor ki Cenab-ı Allah: “Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir.” Çünkü o kavme karşı bir delil veriyor Cenab-ı Allah, kavmine karşı, bu delilden anlayacak. Hz. İbrahim (a.s) zulüm yapıyor mu yapmıyor. Merhametli, şefkatli, halim bir insan. Yani Müslümanların aleyhine hiçbir faaliyette bulunmuyor bilakis lehine. Her halinde bir güzellik var. O zaman hidayet ehli işte. “Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz.” Bir Müslüman; ‘tamam ben namazımı kıldım cennete giderim yeterli olur’ demeyecek, cennette makamının yüksek olmasını isteyecek. “Dereceler.” Müslüman yarışacak, daha yüksek, daha yüksek sonu yok. Bak sonu yok ne güzel. Sevgisini sonsuz geliştirecek, merhametini sonsuz geliştirecek, yardım severliğini sonsuz geliştirecek güvenilir olacak. Müslümanlar aleyhine casusluk yapmayacak, oyun oynamayacak, kalleşlik yapmayacak, zulmetmeyecek. Gayet kolay bunlar. Adam sen diyorsun ki; zalimlik yapma. “Nasıl yapacağım ben bunu” diyor. Gayet kolay. Casusluk yapma diyorsun, yani ahlaksızlık yapmadığında, bitiyor olay. Çünkü ahlaksızlık çok zor, baya uğraşmak lazım. Bir de vicdanını ezmesi gerekiyor şahsın, olacak iş değil. Normal adam gibi duracak. Normal bir insan gibi duracak.
“Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir.” [En'am Suresi, 83] Burada da Allah’a güvenmek çok önemli. Bazen Allah bazı insanlara makam verir, bir güç verir, imkan verir, ‘Allah sana ona niye bu hükmü verdi, niye bu makamı verdi, niye bu kolaylığı verdi’ dersen, yine hidayet ehli olmazsın. Allah’ı sorgulayan bir adam, hidayet ehli olmaz. ‘Hikmet var, hayır var’ diyecek, ‘Allah bilir, ben bilmem’ diyecek.
(Sayın Adnan Oktar'ın 24 Aralık 2009 tarihli Çay TV ve Maraş Aksu TV röportajından)
ADNAN OKTAR: “De ki”; Şeytandan Allah’a sığınırım, En’am Suresi, “sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır? Ki siz açıktan ve gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz. Andolsun bizi buradan kurtarırsan gerçekten şükredenlerden oluruz.” Mesela bazen kanser oluyor dua ediyor geçiyor, birden azıyor yeniden ayarı bozuluyor. Veyahut bir kazaya uğruyor, trafik kazasını atlatıyor müthiş bir şımarık hava. Halbuki öyle bir şeyde insan Allah’a daha şiddetli daha kararlı döner. Tam tersi bir tavır gösteriyorlar bazı kişiler. “De ki: Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır sonra siz yine şirk koşmaktasınız.” Ben kurtuldum diyor, öyle uyanıktım ki diyor birden kenardan sıyırdım çıktım diyor. Çok iyi bir doktor buldum diyor, iyi de para verdim isabetli hastaneyi buldum diyor beni kurtardılar diyor. Halbuki onu Allah kurtarır en iyi hastanelerin morgları dolu. Yani nereye kurtuluyorsun değil mi? Her gün oradan insan ölüsü çıkıyor.
Evet burası da En’am suresi, “İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar işte güvenlik onlar içindir onlar hidayete ermişlerdir.” İman edilecek ama zulümle karıştırılmayacak, mesela iman etmişsin ama ahlaksızlık yapıyorsun, zulüm yapıyor, insanları tersliyorsun. Allah’a şükür diyor, Cenab-ı Allah’tan bahsediyor hatta namaz kılıyor, ama zalim. Kuran buna işaret ediyor. Bunu yapmayacaksınız diyor Cenab-ı Allah. 90. ayette “işte Allah’ın hidayet verdikleri bunlardır”, Allah’ın Hadi ismi ile tecelli ettikleri yani Mehdiyete işaret var. Hadi Mehdi ile aynı kelime kökleri, “işte bu Allah’ın hidayet verdikleri bunlardır, öyleyse sen de onların hidayetlerine uy”, yani onların hidayete vesile olmasına uy, Mehdi’ye uy anlamına da gelir. Bir yönüyle ayetin bir işareti de budur.” De ki ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. “Bak yine ayette bu çok önemlidir.” O Kuran alemlere bir öğüt ve hatırlatmadan başkası değildir. “Bu Allah’ın hidayetidir kullarından dilediğini bununla hidayete erdirir. Onlar da şirk koşsalardı elbette bütün yapıp ettikleri onlar adına boşa çıkmış olurdu”. Şirki Allah affetmiyor bir şey yaptığında ben yaptım değil Allah yaptı diyecek. Mesela alnımın teriyle bunu kazandım diyor, sana Allah onu kazandırıyor. Alnının teriyle bir şey yaptığın yok, alnının terini de Allah yaratır senin değil mi? O sözü de sana Allah söyletir inşaAllah.
Tamam bir sayfa da ben açayım, Bismillah veyahut sen aç yine tamam, Şeytan’dan Allah’a sığınırım. Enam Suresi, “bizim kendilerine kitap verdiklerimiz” Ehl-i Kitap “onu” Peygamber Efendimizi “çocuklarını tanır gibi tanırlar.” Niye tanıyorlar? Çünkü onlar da bilgi var daha önce bizim hadis-i şeriflerimiz nasıl? Hadislerde Mehdi nasıl tarif ediliyor? Kaşı, gözü, boyu-posu o zaman onlar da bilgiye sahiptiler. Gelecek peygamberi biliyorlardı, Bakın bu çok önemli hepsi önemli fakat bu da çok önemli. “Bizim kendilerine kitap verdiklerimiz onu peygamberi çocuklarını tanır gibi tanırlar” anladıkları halde anlamazlıktan gelmişlerdir. Şimdi Mehdi de öyledir. İnsanlar Mehdi’yi çocuklarını tanıdkları gibi tanıyacaklar ama anlamazlıktan geleceklerdir. Yani çünkü kaşı, gözü, boyu-posu hareketleri, nerede çıkacağı, ne yapacağı yüzlerce hadis-i şeriflerle tarif edilmiş, yani hani insanların robot resmi çiziliyor ya, mesela tarif etsen bir yerde bazılarını polisin laboratuvarlarında çiziliyor ya. Yani evet mesela kayıp bir insan oluyor, onun robot resmi çiziliyor. Mesela robot resmi çizilse insanların hafızasında tam belli, nerede çıkacağı belli, icraatları belli, fakat buna rağmen 313 kişi kadar, az sayıda insan Mehdi’ye tabi olacaktır.
“Bundan sonra onların Rabbimiz olan Allah’a andolsun ki biz müşriklerden değildik demelerinden başka bir fitneleri olmadı.” Ahirette biz müşriklerden değiliz diyor. Kardeşim her şeyi sen yapıyorum demiyor muydun? Değil mi? Bir şey olduğunda her şeyi ben yaptım Allah yapmadı ben yaptım demiyor muydun? Mesela çocuğu oluyor onu da ben yaptım diyor. Allah Allah. Peki parayı kim kazandı? Onu da ben yaptım diyor. Allah ne yaptı denildiğinde? Allah’ın ne yaptığına inanıyorsun? Allah hiçbir şey yapmadı hepsini ben yaptım diyor. Ama Allah’a da inanıyorum ben diyor. İşte bu müşriktir. Ondan sonra da diyor ki ben na yaptım ki? Şaşırıyor her şeyin Allah’tan olduğunu bilecek insan “bak diyor (Allah) kendilerine karşı nasıl yalan söylediler”, yalan söylüyorlar diyor Allah, ve “düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup uzaklaştı”. Bütün malları-mülkleri hayal olmuş oluyor. hiçbir şeyi kalmamış oluyor.