Sayın Adnan Oktar'ın 28 Ocak 2010 tarihli röportajından Tevbe Suresi ile ilgili açıklamalar.
ADNAN OKTAR: “Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız?” Mesela, ben su dağıtıyorum diyor, benim görevim bu diyor, siz de cihad edin diyor. Allah bir değildir diyor, oyun oynuyor ama kendince Allah ben bunu kabul etmiyorum diyor. “(Bunlar) Allah Katında bir olmazlar. Allah zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.” diyor, Allah zulüm olarak görüyor, Tevbe Suresi, 19.
OKTAR BABUNA: Hocam zaten sizin hayatınız çok güzel bir örnek. Siz bir defa daha anlattınız ama ilk defa İstanbul’da faaliyetlerinize başladığınız zaman gencecik bir yaştasınız. Direkt komünistlerin arasına giriyorsunuz. Ölümle tehdit ediyorlar sizi, zaten hemen akabinde 6 sene sonra hücre hapsi, akıl hastanesi başlıyor Hocam ondan sonra inşaAllah. Ondan sonra 30 sene bu şekilde devam ediyor hiç durmaksızın, ara vermeksizin maşaAllah. Siz demiştiniz “orada ben, dur önce mimar olayım, dur önce evleneyim, önce bir ailem olsun, para kazanayım, kariyer yapayım. Ondan sonra yaparım. Bunun ne kadar samimiyetsiz olduğunu düşündüm” demiştiniz Hocam inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Kardeşim bir kere komünistlerin olduğu bir okul. İnsan ne der? Bir kere burası çok sakat bir yer, ben hiç gitmeyeyim der. Yahut gitse bile, o kafayla düşünen için diyorum, samimiyetsizler için kastedilen, ben Müslümanlığımı tamamen gizleyeyim, kafir gibi davranayım der. Ne tebliğ yapayım, ne Kuran’dan bahsedeyim, ne İslam’dan bahsedeyim, çıtımı çıkartmayayım, okuldan mezun oluncaya kadar kendimi hissettirmeyeyim diyebilir, ki zaten genelde birçok kişinin yaptığı bu idi o zamanlar, o şekildeydi. Ben böyle bir şeyin çok kötü olduğunu düşündüm. Çok yanlış olduğunu düşündüm. Öldüreceklerse şehit olurum dedim yani. Evde saklanmanın çok çok kötü, aşağılayıcı bir hareket olduğunu düşündüm. Baktım evlensem, yüzde 70-80 vaktim oraya gidecek. Bu da olmaz dedim.
Yüzde 70-80 vaktimi veremem çünkü ben bayağı iyi tebliğ yapan bir insanım. Niye vaktimi ayırayım dedim. Mesela o zamanlar fazla da paramız yoktu işte kredi alıyorduk Yurtlar Kurumu’ndan. Evden aldığım, ailemden aldığım paralar vardı. Kıyafet için para veriyordu annem, götürüp kitaba yatırıyordum, dağıtıyordum. Ücretsiz dağıtıyordum kitapları. Hatta pantolonumun paçaları delindi benim. İçini uhu ile içeriden yapıştırdım, yama yaptım yine gidip kıyafet almadım. Çünkü düşünüyorum bir türlü içime sinmiyor. Şimdi kıyafete versem, dünyanın kitabını kaybetmiş olacağız. Acil de, faaliyet de acil. Okul hep komünistlerin kontrolünde. Bir an önce Darwinistlerin, materyalistlerin yenilmesi lazım. Ateist düşüncenin yok edilmesi gerekiyor. Şimdi okula derse giriyorum, vakit geçiyor yani mesela 7-8 saatimi alır. Ben akşama kadar tebliğ ile vakit geçiriyordum. Sonra da maket dersi oluyordu bizim. Maket dersine giriyordum, hocalar acayip şaşırıyorlardı. Arkadaşların akşama kadar yaptıkları maketi, ben en fazla bir saatin içinde bitiriyordum. Onlar saat sekiz buçukta başlıyorlardı, akşam beşe-beş buçuğa kadar ancak bitiriyorlardı.
Ben tam 1 saatin içinde bitiriyordum, 1 saat falan. Yani onu iyi ayarlıyordum vakti, hep tebliğ ile vakit geçiriyordum, anlatıyordum. Hatta hocalar acayip şaşırıyorlardı, yani birçoğu yaşıyor hocaların, bilirler, tanıyorlar yani birçoğu. Yani isim isim, tek tek saymayayım da, bilirler hepsi. Doğrudan Allah’a teksif olmuş bir tavır içindeydim, yani paramı, imkanımı, mesela benim halamdan bana ev hissesi kalmıştı, bir hayli büyük, yani epey değerli idi o zamanlar. Yani şu anın yaklaşık 140 milyarı, yani bu devrin 140 milyarı. Olduğu gibi kitaplara, ücretsiz kitap dağıtmaya harcadım o devirde. Yani sırf faaliyetlere harcadım, paramın hepsi bitti yani, tamamen harcamıştım. Arkadaşlarım da bilir, herkes bilir yani. El elde baş başta böyle kaldık yani, iftiharla yani. Yani şimdi ben oturup onunla ev alsam, yani bunda nasıl bir mantık olabilir değil mi? Yani geleceğimi düşüneceğim diyeceğim, yani Allah her an benim canımı alabilir. Yani o evde değil mi, nasıl gönül huzuru içerisinde oturayım, ortalık cayır cayır yanarken. Dinsizlik bu kadar yaygınken, ateizm yaygınken. Okulda rezalet bir ortam vardı, çok zordu, inşaAllah. Yani o fikir açısından tabii diyorum.
Allah bu gayretlerimizi sonunda neticelendirdi. Ama ben, mesela beni akıl hastanesine de soktular, hapis de edildim, defalarca göz altına alındım. Polis nefes aldırmıyordu bana o zamanlar. Hafta sekiz, gün dokuz eve polis gelir falan. Ben asla, ne yılgınlık duydum, mesela annem çok çekiniyordu polislerin gelmesinden falan, hiç kesinlikle annemin üzülmesi de beni etkilemiyordu. Yani ondan dolayı vazgeçmem ben, annem üzülüyor diye. Ben böyle hani tatlı su balığı değilim ben, inşaAllah. Yani öyle şey olmaz. Falanca üzülüyor, o da beni ilgilendirmez. Yok kariyerim, o da beni ilgilendirmez. Benim buradaki amacım sadece Allah’ın rızasıydı. O zamanlar akıl almaz laflar ediyorlardı böyle, işte “ne gerek böyle tehlikeli işlere giriyorsun, sana mı kaldı, işte devletin Diyanet İşleri Kurumu var o ilgilenir, sana ne. Sen eğitim almamış adamsın, dini eğitim de almadın, senin üzerine ne vazife değil mi? Cami hocaları yapar bu tebliği, senin yapacın iş mi?”, yani akla hayale gelmedik sözler. Akıl hastanesine girdik, bu sefer de akıl hastası olmadığımı ispat ile uğraştım. Rapor gösteriyoruz insanlara, diyoruz ben deli değilim falan, alın raporum var diye. Yani o evinde böyle keyifle oturan tiplere; bazı kişileri kastediyorum, sakalı göbeğinde adamlara, bunları anlatmakla uğraşıyorduk. Mesela ben kokain kullanmadım diye senelerce uğraştım onlara anlatıncaya kadar.
Adam diyor ki, “yahu olabilir sıkılmış içmişsindir” diyor, bak inanmış adam yani. Değil mi, bu iftiradır demiyor adam. Sıkılmış içmiş olabilirsin diyor. Onlara da mesela, o Adli Tıp raporlarını gösterdik, mahkeme kararlarını gösterdik, mahkemede nasıl beraat ettiğimi gösterdim ve uzun uzun uğraşarak onu anlatabildik. Mesela Ebru Şimşek olayında da. Adam çünkü risk içinde yaşamadığı için, yani riske de girmediği için, zaten o tip olaylarla zaten karşılaşmıyor. Karşılaşanın da konumunu hayretle karşılayıp, bir de onun dedikodusunu yapıyor. Yani adam, bir yandan hem geğirerek pilavını yiyiyor, hoşafını falan yiyiyor, bir yandan televizyon, “görüyor musun hanım” diyor, “yahu neler yapmış adam” diyor. Şimdi bir de onlarla da uğraşmamız gerekiyor. Mesela Ebru Şimşek olayını anlatıncaya kadar anlımızın derisi çatladı. Kardeşim dedik, bizim bulunduğumuz evde kolon yok aşağıya doğru değil mi? Kiriş yok, evet kirişler yok.
Asmolen tavan dedik biz, dümdüz tavan ve ben ikisini mahkemede insanlara gösterdim dedim. Anlattım yani, hakimlere gösterdik. Ve orada ayrıca bakın, mahkeme kendisi o sistemi kurması gerekirken, biz götürdük sistemi kurduk. Yani bak, beladan kurtulmak için bizim uğraştığımız olaylara bak yani değil mi? Götürdük iki tane televizyon sistemi kurduk. Bilir kişiyi biz getirdik. Evin video filmi alındı, yani noter huzurunda. O bayanın evinin filmi de geldi, ikisini karşılaştırdık. Dedik, bakın benim bulunduğum evde tavan dümdüz, asmolen tavan ve kirişler aşağıya sarkmıyor, böyle bir şey yok. Bu evde kirişler aşağıya sarkıyor. Bilir kişi dedi ki, “bu ev tamamen yıkılmadıktan sonra ve yeniden yapılmadıktan sonra böyle bir şey olmaz. Bu ev ile bu ev farklı” dedi. Ayrıca tapudan da evin planını götürdük, o evin planı ile karşılaştırdılar. Uzaktan yakından alakası yok. Yapı planını gösterdik.
OKTAR BABUNA: Apartman dairesi küçücük, öbürü dört katlı bina.
ADNAN OKTAR: Evet, 60 metrekarelik birşey, bin küsur metrekarelik villa öbürü. Arada yani muazzam fark var. Pencereler tavandan tabana kadar, bizim bulunduğumuz evde. Orada küçük pimapen pencere evde. Bunu mahkemenin huzurunda ispat ettik ve beraat ettik. Bu basına yansımadı, bize bu sefer tek tek, ev ev millete anlatmak durumunda kaldık insanlara. Müslüman kardeşlerimize de, olmayanlara da, inananlara da, inanmayanlara da, hepsine anlattık. Yani cihat eden insanın bir de bu konuları ispat etmesi, yani komploların bir oyun olduğunu anlatmakla mükellef oluyor ayrıca. Sırf tebliğ ile vakit geçirmiyorsun, bir de senin dedikodunu yapmamaları için ve yeni yeni oyunlar olmaması için yoğun tedbir almakla da vakit geçiriyoruz. Şimdi mesela yine bize bir komplo daha hazırladılar yeniden. Yeniden bir oyun daha var şu an. Şimdi bir onunla da uğraşıyoruz.
Toplamışlar 3-5 kişiyi, işte her birine bir şey söyletmişler. Eskiden bizimle yaşayan arkadaş bir tanesi, 20 yıl beraber yaşadığımız adam, gitmiş bunlar çete diyor. O zaman çete isek o zaman 20 yıl bizim aramızda niye yaşadın sen, değil mi? Yani Müslümanların yiyeceğini niye yedin, evinde niye oturdun? 20 yıl gözün kör müydü değil mi? 20 yaşından 40 yaşına kadar. Ama baktı ki 40 yaşına geldi, ne evi var, ne arabası var, ne parası, hiçbir şey çıkmadı. Cemaatten bir şey kazanmadı. Cemaat demeyeyim de, arkadaş grubumuzdan. Bu sefer biz ne olduk, hemen çete olmuş olduk, yani onun inancına göre. Gitmiş, gizli tanık olarak ifade vermiş. Ama bakıyoruz, tam o yani, klasik onun üslubu. Nitekim sonradan öğrendik ki o yani, zaten kendi etrafına da söylüyor. Mesela bak gidip bunu ispat etmemiz gerekiyor bu sefer. Bu adamın yaptığı iftirayla uğraşıyoruz. Ayrıca böyle bir münafıkla da ayrıca uğraşmak gerekiyor. Yani münafık tiynetlilerle de ayrıca uğraşmak gerekiyor. Tabii, ona da ayrı bir şey vermek gerekiyor. Mesela topluyorlar genç kızları, çocukları, akıl almaz sözler ettirmişler. Sonra o çocuklar pişman oldular dediler ki, bizi oyuna getirdiler dediler. Yani açıkça, polis dediler bizi tehdit etti, korkuttular bizi dediler, biz de bunu söylemek durumunda kaldık dediler.
Ama böyle bir şey yok aslında dediler. Ama bu sefer onu da ispat etmememiz gerekiyor tek tek. Hem tebliğ yapıyoruz, hem böyle iftiralarla uğraşıyoruz, hem bunların değil mi, karşı ataklarıyla uğraşmaya çalışıyoruz, yani yoğun bir faaliyet var. İşte bu makbul bir faaliyettir. Yani Müslümanın böyle olması gerekiyor. Buna “cihat” denir. Ki bu az bile yani. Allah yolunda feda olsun değil mi? Ama biz de istesek evimizde otururduk, biz de pilav sünnet, kavun sünnet derdik değil mi? Biz de göbeğimize kadar sakal bırakırdık, evlenirdik, kariyer sahibi, işte buziyer sahibi bilmem ne falan, o kafa ile devam ederdik, aynı mantıkla. Ama bak bu müjdelerin sonucunda, söke söke Darwinizmi Türkiye’de ezdik.
Yüzde 99 oranında şu an milletimiz Darwinizme inanmıyor, ve Türk İslam Birliği’nin gelişmesi için var gücümüzle gayret ettik. Muazzam bir yansımasını gördünüz. Bakın ana temelleri oluştu şu an Türk İslam Birliği’nin. Yani bina kuruldu, mobilyalar taşınmaya başlandı, ev sahibini bekliyor, Mehdi (a.s)’yi bekliyor. Tabii, binayı kurdular, inşaAllah, yani her şeyi hazır. Şimdi bak, Hamaney de diyor değil mi, Türk İslam Birliği için yine bir açıklama yapmış. Bir de İslam ülkeleri de birleşsin diyor. Bir İslam NATO’su oluşsun diyorlar. Şimdi onun için de bir girişim var. Said Nursi’nin dediği işte bu. “Milyonlar kişiden oluşan diyor, Müslüman kişilerden oluşan bir ordu da oluşacaktır” diyor Mehdi (a.s) döneminde. Milyonlarca değil mi, elemanı bulunan diyor, bir ordudan bahsediyor Said Nursi.